Dr. Kemal’in binemediği Kiyarüstemi’nin asansörü…
Türkiye’de siyaset hep çok kaotik, gerilimi yüksek bir alan. Toplumun siyasete ilgisi de birçok ülkeye göre olması gerekenin de üzerinde. Siyaset bu kadar yoğun yaşanırken diğer yandan siyasetin sorun çözme kapasitesi düşük. Bu çelişki ülkemizde siyasetin yapılma biçimi ve arka plan ilişkilerinde saklı.
2025’e girerken belli ki siyaset alanı da yeniden dizayn
olacak gibi… Peki, toplum açısından değişen ne olacak?
Bu soruları bana sorduran, Ercan Kesal’ın hem senaryo, hem
yönetmen hem de oyuncu olarak damgasını vurduğu filmi Nasipse Adayız’ı yeniden
izlemem oldu.
2025’te siyasette neler olacak bilemeyiz ama Kesal’ın filmi bize siyasetin yapılma biçimi ile ilgili önemli fikirler veriyor.
Nasipse Adayız, Ercan Kesal’ın 2004 yılında Beyoğlu belediye
başkan aday adaylığı sürecini anlattığı aynı adlı kitabından uyarlanan bir
film.
Film, Doktor Kemal Güner’in seçim çalışmasının bir gününe
odaklanıyor. Beyaz perdeye yansıtılan bu bir gün, adayların seçime hazırlık
sürecinde yaşadıklarını, çevresinde bulunan insanların tavırlarını, erkek
egemen siyasette kadının yerini gözler önüne seriyor.
Güne, Okmeydanı’nda sahibi olduğu hastanede başlayan Dr.
Kemal Güner, seçim kampanyası çerçevesinde mahalleliden esnafa, dernek
yöneticilerinden parti genel başkanlarına kadar farklı kesimlerden insanlarla
bir araya geliyor. Mevki, makam ve sıfatlar değişse de sabit kalan tek şey
siyasetteki “çıkar” ilişkileri oluyor. Seçim kampanyasında kendisine destek
toplamaya çalışan Güner, umutla girdiği her kapıdan, sırtında sonu gelmez
taleplerin yer aldığı bir yükle ayrılıyor.
“Hallederiz abi” , “O iş kesin tamam” , “Senin işi çözse
çözse bir o çözer” cümlelerinin havada uçuştuğu filmde, günün sonunda Kemal’e
kalan bir tekstil atölyesinde dikiş makinelerinin gürültüsü eşliğinde içkisini
yudumlamak oluyor.
ASANSÖR İLE YÜKSELMEK KOLAYDIR, BİNEBİLİRSEN…
Birkaç yıl önce ‘Abbas Kiyarüstemi ile Sinema Dersleri’ kitabını okumuştum. İranlı yönetmen Kiyarüstemi, sinema atölyesinde öğrencileriyle film ve senaryo üzerine sohbet ederken şunları söylüyor; “asansörlerin film çekmek için iyi yerler olduğunu düşünmüşümdür hep. Asansörlerin içinde veya etrafında geçen hikâyelerde, müthiş bir drama ve şiirsellik ihtimali söz konusudur.”
Kiyarüstemi, bu cümlelerin ardından öğrencilerine ertesi gün
derse geldiklerinde konusu asansörde geçen kısa film senaryoları getirmelerini
ister.
Ercan Kesal da sanki Kiyarüstemi’nin öğrencisi gibi, geçmişten günümüze siyasetin çetrefilli yönlerini, basit gibi görünen fakat derin anlamlar barındıran arka planını, filmin özünü en iyi şekilde seyirciye yansıttığı asansör sahnesi ile anlatıyor.
“BİR NUMARA” GELECEK…
Filmdeki siyasi arenada, Dr. Kemal’i yürekten destekleyenler
kadar, seçildikleri takdirde siyaset sahnesinde kendisine koltuk kapmanın
derdinde olanlar daha çok.
Yüzüne karşı; ‘sen kazanamayacaksın da kim kazanacak’ diye tabiri caizse pohpohlayanlar, iki adım öteye geçtikleri zaman, “kazanmasa da biz bu süreçte neler kapabilirsek kapalım” derdinde. Dr. Kemal ise siyasetteki kazanma – kazanmama durumunu “‘Bir adam seçilemeyeceğini bile bile her dönem niye aday olur ya?‘ diyerek siyaset çarkının döngüsünü veciz şekilde ifade ediyor.
Bir numara, Kemal’in aday adayı olduğu partinin genel
başkanıdır. Öyle ya, “aday adayı” olan Kemal’in “adaylığa” yükselmesi için bir
numaranın gözüne girmesi gerekmektedir.
Otelde etkinlikte bir araya gelip, adaylık sürecini konuşmak
isteyen Kemal, kocaman bir insan duvarıyla karşılaşır. Nasıl ki çevresinde,
işlerini hallettirmeye çalışan insanlar varsa, bir numaranın çevresinde de bu
insanlardan fazlasıyla yer alır.
Bu insanların her biri, avını yakalamaya çalışan aslanlar
gibi, dişleri sivri, pençeleri her daim yırtıcıdır.
Kemal de onlardan biri olmak ister. Hep birlikte asansöre
doğru yönelirler. Amaç bellidir; bir numara ile birlikte yukarı çıkmak. İşte
tam bu noktada, Ercan Kesal senaryodaki ustalığını konuşturup, sayfalarca
anlatılabilecek olan siyasetin özünü tek bir sahneyle perdeye yansıtır.
Bir numara ile yukarı çıkmak, siyaset basamaklarını daha
güvenli şekilde adımlamaktır. Arkanda artık ‘Genel Başkan’ vardır. Fakat bu
yarışta onlarca insan olduğu için ne siyaset, ne de metafor olarak kullanılan
asansör onca insan yükünü kaldıramaz. Yükselmek için bazı yüklerden kurtulmak
gerekir. Asansörün de yukarı güvenli şekilde çıkması için bir kişi inmelidir. O
kişi, siyasetin emekleyen bireyi, henüz deneyimli bir avcının gücüne erişememiş
olan Kemal’dir.
Bu sahnede Kesal ve Kiyarüstemi, asansör metaforunda
sinemanın evrensel dilinde buluşmuş olurlar.
EMEĞİN ELLERİNDE YÜKSELEN SİYASİ KARİYER…
Nasipse Adayız filminde, dikkat çeken bir diğer unsur sınıf
çatışmasıdır. Filmin sonunda Kemal Güner, kendini tanıdığı bir arkadaşının
tekstil atölyesine atar.
Bir yanda geç saatlere kadar kadın- erkek seçimler için
bayrak yetiştirmeye çalışan, farklı uyruklardan insanlar, diğer yanda ise ‘Eski Bakan’ olarak tanıtılan adam, Doktor
Kemal ve atölye sahibi…
Bir taraf alacağı üç kuruş para için canını dişine takıp aday
için bayrak yetiştirmeye çalışırken, diğer taraf atölye içinde mangal yakıp,
kuzu pirzolaları afiyetle yiyecek kadar rahattır.
Düzenin bozukluğu, emeğin sömürülmesi, siyasetin ‘hallederiz
abi’den öteye gitmediği gerçeğinin en net yansıtıldığı sahnelerden biridir bu.
KADINLAR SİYASETTE VİTRİN MANKENİ Mİ TEMSİLCİ Mİ?
Filmde öne çıkan kadın karakterler Kemal’in eski eşi Figen,
seçim çalışmalarına yardımcı olan Arzu ve düğün salonundaki garson kız.
Figen, güçlü ve hoş bir kadın. Kemal ile ayrıldıktan sonra
arkadaş kalmış, ara ara görüşmeye devam etmişler. Tekrar bir araya gelip, mutlu
bir çift görüntüsü vermelerinin nedeni ise “siyasettir”. Öyle ya, bir erkek
önce evini yönetebilmeli, adaylar, iyi aile profiliyle göz doldurmalıdır.
Fakat Figen, sırf iyi bir aile görüntüsü vermek için
aksesuar olarak eşinin yanında bulundurulan, seçim hengamesinde Kemal diğer
konuklarla ilgilenirken masanın bir köşesinde unutulan bir kadın. Evet
unutuluyor… Çünkü salona gelen insanlar birer oy potansiyeli iken, Figen
mecburi hizmet gibi orada bulunmak zorundadır.
Filmde yer alan bir diğer kadın ise Arzu…
Seçim kampanyasını yürüten Arzu, yapılması gereken işleri
etrafındakilere anlatırken sırf kadın olduğu için erkekler tarafından sözünün
dinlenmemesinden muzdarip. Erkekler, bir kadından emir almayı sevmezler. Hele
ki iş dünyasında kendisinden daha üst mevkide olan kadınlardan hiç
hazzetmezler. Arzu ne kadar bağırırsa bağırsın bir erkeğin fısıltısı kadar
etkili olamaz.
Son olarak ele almamız gereken kişi melek dövmeli garson kız. ‘Melek dövmeli’ diyoruz çünkü bu kızın ismini bilmiyoruz. Diğerlerine göre daha düşük bir statüde olan kızın ismini kimse öğrenmek zahmetine dahi girmiyor. Çünkü o, orada bulunan insanlara hizmet etmek zorunda olan bir çalışan. İsmini öğrenmek oraya gelen yüksek mertebedeki insanlara karşı yapılacak ‘yalancı samimiyet’’ten çok da önemli değil.
Nasipse Adayız, siyasete, topluma, ve insana dair çok şey
anlatıyor. Anlatılan çok şeyi en iyi şekilde ifade eden DR. Kemal’in basit
sorusu ile bitirelim yazımızı: “‘Bir adam seçilemeyeceğini bile bile her dönem
niye aday olur ya?‘
Yorumlar
Yorum Gönder