Kızancıklı Naciye’nin göbeğinde sallanan Osmanlı ve ‘Değirmen’in suyu
Film, bir babanın küçük kızına; ’kaçıncı yüzyıldayız şimdi’
sorusuyla başlıyor. Küçük kız babasına 20. yüzyılda olduklarını söylüyor. Sonra
baba-kız, ellerindeki tarih kitabına bakıyorlar. Kitap, I. Dünya Savaşı’na
giden dönemi, o dönemde yaşayan kral, kraliçe, padişah ve generalleri
tanıtıyor. Sayfayı çevirdiklerinde ise karşılarına tanımadıkları biri çıkıyor.
O kişi, Sarıpınar Kaymakamı Halil Hilmi Bey. İşte o noktadan sonra kamera bizi
1914 yılı Osmanlısına götürüyor.
Değirmen, Türk edebiyatının önemli yazarlarından Reşat Nuri
Güntekin’in aynı adlı romanından sinemaya uyarlanan 1986 yapımı film.
Yönetmenliğini Atıf Yılmaz’ın yaptığı, senaryosunu Barış
Pirhasan’ın yazdığı filmin başrollerini Şener Şen, Serap Aksoy ve Levent Yılmaz
paylaşıyor.
Değirmen, 1914 yılında Osmanlı Devleti’nin küçük bir
kasabasında geçiyor. Halil Hilmi Bey (Şener Şen), Sarıpınar kaymakamıdır.
Kasaba halkı, asıl adı Nadya olan Bulgar kızı Kızancıklı Naciye’den
şikayetçidir. Naciye, kasabanın ileri gelenlerinin akşamları içki sofrasında
buluştuğu evde, etkileyici dans gösterileriyle erkekleri etkisi altına alır.
Kasaba halkının şikayetlerine dayanamayan Halil Hilmi Bey,
Naciye’yi huzuruna çağırır ve yaşanan sorunu kendisi çözmek ister. Fakat
Naciye, tüm cilvesiyle Halil Hilmi Bey’i de etkiler.
Kaymakamlık binası Osmanlı Devleti’nin temsili gibidir.
Çatısının kimi yerleri çökmüş, koltuklar yıpranmış, kapıları zedelenmiş… Fakat
tüm bu yıpranmaya rağmen, binanın sakinleri eğlencesinden bir şey
kaybetmemiştir.
Tevfik Fikret: Yiyin efendiler yiyin bu hân-ı iştihâ
sizin
Doyunca,
tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin
Halil Hilmi Bey bir gün Ömer Bey’in konağına davet edilir.
Ömer Bey, bölgenin güçlü isimlerindendir. Akşamları kurduğu rakı masasında kasabanın
ileri gelenleri vardır. Yemekler yenir, içlikler içilir ve Kızancıklı Naciye
gelir sahneye. Tüm hünerlerini gösterir oradaki erkeklere. Herkes sarhoş olmuş,
kendini eğlenceye kaptırmışken bir anda oturdukları ev sallanmaya başlar.
Deprem oluyor diye herkes dışarı kaçar. Kaçışmalar sırasında Kaymakam Halil
Hilmi Bey yaralanır.
Kasabada öğretmenlik yapan Ahmet, İstanbul gazetelerine yetiştirir
haberi:
“Sarıpınar kaza merkezinde şedit hareket-i arz vuku bulup
ehemmiyetli hasar ve zayiat bulunduğu maruzdur. Kaymakam ağır mecruhlar
arasındadır”
Böylece deprem haberi ülkenin her yerine yayılır.
Kendini biraz toparladıktan sonra yaveri Hurşid ile çevre
köyleri gezen Halil Hilmi Bey, depremin evlere verdiği zarardan bahseder. Fakat
Hurşid, evlerin bu halde olmasının nedeninin deprem değil, fakirlik olduğunu
söyler.
Deprem, filmde metafor olarak kullanılmıştır. Evet deprem
olmuştur. Fakat çökmek üzere olan devletin köylerinde, kasabalarında yaşayan
halk için deprem her gün olmaktadır. Yıkık dökük evler, karınlarını zar zor
doyuran insanlar, hastalıklar… Halk için hepsi depremdir.
‘Kulaktan kulağa oyunu’ gibi yayılan deprem haberi,
İstanbul’a kadar ulaşır. Kasabaya sırasıyla Hilal-i Ahmer yetkilileri, mutasarrıf
ve vali gelir. Hepsi de herhangi bir yıkım olmadığının farkındadır fakat işler
o kadar çığırından çıkmıştır ki yalana ortak olmak işlerine gelir. Kasabayı ve
çevre köyleri gezdikten sonra hepsinin soluklandığı yer Ömer Bey’in evi olur.
Gelen yardımları kendi kasasına saklayan Ömer Bey, misafirlerini Kızancıklı
Naciye ile sarhoş eder. Böylece hem kendi kasasını doldurur hem de kasabadaki
varlığını sürdürmek için yeterli malzemeyi toplamış olur.
Üzerindeki baskıya dayanamayan Halil Hilmi Bey istifa eder.
Fakat ‘olmayan’ deprem sırasında görevde o olduğu için tamamen bu işten sıyrılamaz.
Yapılan toplantıda karar alırlar ve el birliği ile zaten yıkık dökük olan
evleri depremden hasar almış gibi göstererek kurtulurlar.
Bu olay sonunda Halil Hilmi Bey’e hizmet nişanı
takılır. Herkes tekrar kendi görevine döner.
Olay sonunda kimileri ödüllendirilirken, olan yine halka
olur. Çünkü hiçbir şey elde edemezler.
Film, kullandığı metaforlarla başarılı bir Osmanlı portresi
çıkarıyor. Anlatmak istediklerini dönemin başkenti İstanbul ve ülkenin
yöneticisi padişah ile anlatmak yerine küçük bir kasaba üzerinden aktarıyor.
Sarıpınar Kasabası’nı Osmanlı Devleti, kaymakamlık binasını da saray olarak
düşünürsek, Halil Hilmi Bey de padişahı temsil ediyor.
Halil Hilmi Bey, yıkık dökük de olsa kaymakamlık binasındaki
sorunları görmezden geliyor. Tıpkı Saray’daki padişahın Osmanlı’yı ‘Hasta Adam’
olarak tanımlayan ve her yerinden bir parça toprak koparmak derdinde olan
Avrupalı devletleri görmezden geldiği gibi.
Kendisine gelen şikayetleri, bölgede yaşanan sorunları kendi usulünce çözdüğünü zannediyor. Katıldığı eğlencede yaşanan deprem ise, olayları tüm çıplaklığı ile görmesini sağlıyor. Depremi, çöken Osmanlı Devleti için uyarı sayabiliriz. Bu uyarıyı alan Halil Hilmi Bey, daha önce gitmediği, merak bile etmediği insanların yaşamlarına tanıklık ediyor. Halk, zaten uzun süredir deprem yaşamaktadır. Bölgenin zenginlerinin verdiği kadarıyla yetinen, kendilerini yönetenler için canını dişine takıp çalışan yoksul insanlar…
Yazının sonuna doğru gelirken önemli bir noktaya daha
değinmek istiyorum. Atıf Yılmaz deyince akla ‘Kadın Filmleri’ gelir. 1980
darbesinin ülkemizde yarattığı tahribattan sinema da etkileniyor. Toplumsal
sorunları ele alan filmler çeken yönetmenler, askeri yönetimin ve sansür
yasasının baskısı nedeniyle filmlerde işlediği konuları da değiştirmeye
başlıyor. Önceden toplumsal sorunlara değinen filmler anlatan yönetmenler, bireyi
merkeze alan filmler çekmeye başlıyor. Yerli sinema da kadın rolleri de
değişmeye başlıyor. Kadının dönüşümünü ustaca ele alan ve beyazperdeye yansıtan
yönetmenlerin başında da Atıf Yılmaz geliyor.
Değirmen filminde de Yılmaz, yönetime olan eleştirileri dile
getirirken bir yandan da Kızancıklı Naciye üzerinden erkeklerin kadına olan
bakış açısını ele alıyor.
Kızancıklı Naciye, güzelliğinin farkında olan bir kadın. Onun kendine güvenen tavrı, hem erkekleri hem de kadınları etkisi altına alıyor. Ömer Bey’in içki alemlerinde sahneye gelip dans etmesi, erkekleri alkolden daha fazla sarhoş ediyor. Onu dans için hazırlayan yanındaki kadınlar bile Naciye’nin ne kadar cilveli olduğundan, kendilerini bile etkilediklerinden bahsediyor. İçten içe kıskanılıyor da. Filmde, Osmanlı dönemi anlatıldığı için kadınlar tesettürlü, kocasının hizmetçisi, çocuklarının annesi rolünde. Fakat Naciye, onlardan farklı… Zaten hakkındaki şikayetler de bu nedenle oluyor. Deprem de Naciye’nin göbek attığı sırada meydana geliyor. Evdeki bütün erkek ve kadınlar dışarı doğru kaçışırken Naciye kahkaha atıyor. Bu sahne bile Naciye’nin güçlü yönünü ve erkekler üzerindeki etkisini izleyiciye vermeyi başarıyor. Atıf Yılmaz, Değirmen filminde de Kızancıklı Naciye üzerinden güçlü kadın imajını vermeyi başarıyor.
Değirmen, güçlü oyunculukları, olay örgüsündeki hakimiyeti
ve çekilen sahnelerin kusursuzluğu ile harika bir taşlama. Hem Atıf Yılmaz hem
de Şener Şen filmografisinde diğer yapımlar kadar öne çıkmayan Değirmen, ara
ara açılıp izlenmesi gereken filmlerden.
Yazımızı filmde yer alan Tevfik Fikret’in dizeleriyle
bitirelim;
Yiyin efendiler
yiyin bu hân-ı iştihâ sizin
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin…
Yorumlar
Yorum Gönder