Cemal Süreya’nın “Düz Ovası” İran’ın yalnızlığı…
"Yalnızlığı soruyorlar; yalnızlık bir ovanın düz oluşu gibi bir şey."
Cemal Süreya
Yalnızlık ömür boyu mu?
Gelin bu sorunun cevabını Maryam Moqadam ve Behtash Sanaeeha
tarafından birlikte yazılan ve yönetilen My Favorite Cake (En Sevdiğim Pastam)
filminde arayalım.
En Sevdiğim Pastam, başrollerini Lili
Farhadpour ve Esmaeel Mehrabi’nin paylaştığı 2024 yapımı İran filmi.
İran sinemasının, usta yönetmen Abbas Kiyarüstemi ile
başlayan yükselişi, hocalarını örnek alan yeni kuşak yönetmenlerle devam
ediyor. Hem ülkelerindeki sorunları hem insana dair meseleleri öyle sade ve
incelikle ele alıyorlar ki, ortaya seyir zevki yüksek yapımlar çıkıyor.
En Sevdiğim Pastam, basit bir yalnızlık, varoluş, sevgi
temalı bir yapım gibi görünse de İran’daki güncel sorunlara da dokunan, olaylara
tepkisini gösteren filmlerden.
Şimdi gelin filmin konusuna bakalım…
En Sevdiğim Pastam, Mahin ve Faramarz arasında gelişen
ilişkiyi konu alıyor. Mahin, eşini kaybettikten sonra yaklaşık 30 yıldır yalnız
yaşayan, senede bir kez arkadaşlarıyla buluşan, çocuklarıyla telefonla görüntülü
konuşan yalnız bir kadın.
Bu yalnızlığı kırmak, kendi için bir şeyler yapmak isteyen
Mahin, İran İslam devriminden önceki yıllarda yaptığı gibi hazırlanıp, güzel
zamanlar geçirdiği yerlere gidiyor. Bindiği takside denk geldiği şarkıyla, o
güzel günleri hatırlayıp taksici ile sohbet ediyor. Böylece seyirci, hem Mahin
hem de devrimden önceki İran’la ilgili bilgiler ediniyor. Mahin, gittiği
emekliler lokantasında otururken, karşı masada Faramarz’ı görüyor. Faramarz’ın
yan masada oturanlarla konuşmasını duyan Mahin, onun da yalnız olduğunu
anlıyor. İşte bu noktadan sonra ikisi için de her şey değişiyor.
Faramarz, taksicilik yaparak geçimini sağlayan biri. Mahin,
onun peşinden giderek Faramarz’ın taksisine biniyor ve evin yolunu tutuyorlar. Yolculuk
sırasında yağan sağanak yağmur, ikili arasında gelişecek olan olayları işaret
ediyor. İnceden başlayıp yoğun bir sağanağa dönüşen yağmur gibi Mahin ve
Faramarz arasında oluşan yakınlık da bu şekilde ilerliyor. Bu iki yalnız insan
arasındaki sohbet Mahin’in evinde devam ediyor.
Bireyin yalnızlığı teması hem sinema hem de edebiyatta popülerliğini
korumaya devam ediyor. Hal böyle olunca insan kendine şu soruyu soruyor; “Acaba
gerçekten yalnız olmak istiyor muyuz?”
Daha genç yaştaki insanlar, hayatın karmaşası içerisinde
işten eve döndüklerinde yalnız kalmak, kendine vakit ayırmak istiyor. Bu
yalnızlık, uzun süre devam ettiği zaman alışkanlık haline geliyor. Fakat insan
doğası gereği sosyalleşmeye ihtiyaç duyan bir canlı. Hep genç kalacağız gibi
hissetsek de durum böyle değil. Filmde de gördüğümüz gibi, ilerleyen yaşlarda
belki eşimiz öldüğünde, çocuklarımız bizden ayrılıp kendi yaşamlarını
kurduğunda, kocaman evlerimizde yalnız kalıyoruz.
Mahin ve Faramarz da bize, o ileri yaştaki insanların
yalnızlığını sade fakat çarpıcı biçimde anlatıyor.
Film soluk renklerle başlıyor. Fakat Faramarz eve geldiği
andan itibaren her şey kendi rengini buluyor.
Burada, Mahin’in bahçesini yalnızlığının simgesi olarak
düşünebiliriz. Uzun zamandır bahçenin yanmayan ışıkları, Faramarz’ın tamir
etmesiyle yanmaya başlıyor. Işıkla aydınlanan bahçedeki çiçekler bir bir
renklerini gösteriyor. Mahin’in uzun yıllar süren yalnızlığı, Cemal Süreya’nın
dizelerindeki gibi düz bir ovadan bir anda tüm renklerini gösteren bahçeye
dönüşüyor.
Mahin, uzun zamandır dolapta beklettiği renkli elbiselerini yeniden
giymeye başlıyor. Yaşamak için sebep buluyor. Ona bu sebebi veren de kendisi
gibi yalnızlıkla boğuşan Faramarz oluyor.
Filmi izlerken aklıma dünya sinemasının önemli yönetmenlerinden Haneke’nin Amour (Aşk) filmi geldi. Haneke, hayattaki olayları seyircinin yüzüne en sert şekilde çarpan yönetmenlerden. Amour filminde de uzun yıllardır evli olan yaşlı çiftin, hastalık sonucu içinden çıkılmaz hale gelen ilişkileri anlatılıyordu. Amour filminde anlatılan hikaye ne kadar sert bir yerden ele alınıyorsa, My Favorite Cake filmi o kadar yumuşak yerden bakıyor olaya. Amour filmi, seyirciye ilk dakikada tokat atarken, My Favorite Cake ise bunu sona saklıyor.
Filmde ele almamız gereken bir diğer konu ise yönetmenlerin
İran’ın hem geçmişine hem de günümüzdeki haline yaptığı atıflar. İran birçok
insanın bildiği gibi İslam Devrimiyle birlikte büyük bir kırılma yaşadı.
İnsanların yaşama biçimleri, toplumdaki varoluşları, kadın erkek ilişkileri ve
daha pek çok şey bir anda yerle bir oldu. Yönetimde yaşanan bu devrim, hayatın
her alanında olduğu gibi sinemayı da etkiledi.
Mahin: İki tel saçı göründü diye bu kızları öldürecek
misiniz?
En Sevdiğim Pastam filminde Mahin’in, sokakta başını
kurallara göre örtmediği için ahlak polisi tarafından uyarılan genç kızı
sahiplenmesi, koruması ve sonrasında İslam Devrimi öncesi zamanları anlatması
izleyiciyi geçmişe götüren ve özgürlüklerimize sıkı sıkıya sarılmamız
gerektiğini hatırlatan sahnelerdendi.
Film, başörtüsü takmayan bir kadın ve alkol içip dans eden
insanların yer aldığı sahneler içerdiği için İran'da tepkiyle karşılandı. Yönetmenler
Maryam Moghaddam ve Behtash Sanaeeha, İran yetkilileri tarafından
kendilerine yeni bir seyahat yasağı konulduğu için filmin İsveç'teki galasına
katılamadı. İşte biz izlerken minik bir sahne olarak gördüğümüz anlar,
yönetmenlerin ceza almasına neden oldu.
Yazının sonuna doğru yaklaşırken, filmde yer alan küçük bir
sahneden daha bahsetmek istiyorum. İran, komşumuz dedik ve benzer özelliklere
sahip olduğumuzdan bahsettik. İki yakın ülkenin birbirini etkilememesi
imkansız. Daha önce izlediğim İran filmlerinde İbrahim Tatlıses’in şarkılarının
çalındığı sahnelere denk gelmiştim. Bu filmdeyse 2017-2019 yılları arasında
ülkemizde yayınlanan ve başrollerinde Aslı Enver ve Özcan Deniz’in yer aldığı
İstanbullu Gelin dizisine denk geldim. İstanbullu Gelin dizisinde de eşi
öldükten yıllar sonra ilk aşkı ile tekrar bir araya gelen ve ömrünün kalan
yıllarını onunla geçirmek isteyen Esma Boran karakteri yer alıyordu. Çocukları
annelerine yaşını başını aldığı için tepki gösterse de Esma, dik bir duruş
sergileyip sevdiği adamla birlikte oluyordu. En Sevdiğim Pastam filminde geçen
sahnede bu dizi özellikle mi seçildi bilmiyorum. Fakat sahne için tesadüfen
televizyondan bir dizi seçildiyse ve İstanbullu Gelin denk geldiyse güzel bir
tesadüf olmuş diyebiliriz.
Konusu, oyunculukları, olayları ele alma biçimi ve
göndermeleriyle 96 dakikaya pek çok mesaj sığdıran film, ömür boyu yalnız
yaşanamayacağının ispatı gibi…
Umarım bir gün hepimiz vakit çok geç olmadan en sevdiğimiz
pastayı ruhumuzu aydınlatan insana ikram edebiliriz.
Yorumlar
Yorum Gönder